“Bir zamanların önemli dikkuyruk yaşam alanlarından birisi olan İç Anadolu’da iki önemli göle odaklı olacaktı çalışmamız: Mogan Gölü ve Uyuz Gölü. Bu göllerde üreyen dikkuyruk nüfusunu izlemek projemizin esas amacıydı.”
Dikkuyrukların peşinde geçecek ve Orta Anadolu’nun bozkırlarına uzanacak yolculuğum İzmir Seferihisar’da, Anadolu’nun zeytinlerle süslü dağlarında başladı. Kuş gözleme ve kuşlara küsmüş olarak gittiğim fakat harika insanlarla tanışmamı ve bir kere daha kuşları sevmemi sağlayan Kuş Okulu’nda başladı her şey. Orada geçirdiğim üç güzel günün ardından çok büyük bir hevesle geldim Ankara’ya. Haftalar içinde ODTÜ Kuş Gözlem Topluluğu tekrar canlanmış ve yeni üyelerle dolmuştu. Yıllardır bu anı bekleyen, okuldan ve okul dışından birçok insan topluluğa gelmişti. Her şey çok iyi gidiyordu. Daha da iyi olamaz derken Doğa Derneği’nden aldığım bir telefonla o da oldu. Telefonun diğer ucundaki Itri Levent Erkol, küresel çapta nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan dikkuyruk isimli bir ördek türünün korunmasına temel olacak bir projede çalışmak isteyip istemeyeceğimi sordu. Yüzümdeki gülümsemeyi ve günlerce süren mutluluğuma tüm ailem şahit oldu. Hayatımın ilk projesi ve ilk profesyonel çalışmam! Havalara uçuyordum! Hem de uzun zamandır hayranlık duyduğum bir derneğin, hayranlık duyduğum çalışanları tarafından bana verilen bir proje. Böylece başladı dikkuyrukların peşinde geçecek yolculuğum.
İlk projesini yapacak genç bir bilim insanı adayı olarak çok heyecanlıydım. Hızlıca başladı literatür taramaları ve bilgi toplama çalışmaları. Büyüklerimin, Türkiye çok daha güzel bir yerken yaptığı çalışmaları okurken zamanda yolculuk yaptım. Bir hafta içinde ise arazilerimi planlamaya başlamıştım bile. Bir zamanların önemli dikkuyruk yaşam alanlarından birisi olan İç Anadolu’da iki önemli göle odaklı olacaktı çalışmamız: Mogan Gölü ve Uyuz Gölü. Bu göllerde üreyen dikkuyruk nüfusunu izlemek projemizin esas amacıydı. Serin ama güneşli bir günde, Uyuz Gölü’nde ilk arazi çalışmamızı yaptık. Nisan ayının ortalarıydı. ODTÜ Kuş Gözlem Topluluğundan arkadaşlarım da o gün benimleydi ve projenin sonuna kadar benimle olacaklardı, ilk gözlemin ilk 15 dakikası bitmemişti ki ilk dikkuyrukları gördük. Üç tane, biraz ürkmüş biraz da acıkmış dikkuyruk karşımızda, Uyuz Gölü’nün sazlarının arasında besleniyorlardı. Dikkuyruklar da kuşların çoğunluğu gibi, daha süslü ve gösterişli olan cins erkek cinsi. Erkekler parlak dikkuyrukları, bembeyaz başları ile (ki bu Anadolu’nun pek çok yerinde dikkuyruğa “akbaş” denilmesine sebep olmuş) ördeklerin en güzellerinden. Dişiler ise kahverengi gagalara sahipler ve başları kahverengi tonlarında çizgilerle çevreli.
Küçük boyutuna (yaklaşık 3.5 km2) rağmen üreyen dikkuyruk nüfusuyla ün salmış bir göl Uyuz Gölü, iç Anadolu’daki en önemli üreme alanlarından. Göldeki su kuşları için en büyük sorun insanların doğal hayata sadece orada bulunarak bile verdiği rahatsızlık. (Gölün kıyısında insan eksik olduğunu proje boyunca göremedik.) Uyuz Gölü, Ankara’nın 75 kilometre güneyinde, Konya sınırına çok yakın bir yerde. “Kömüşini” denilen ve adı üzerinde kömüşleriyle meşhur olan küçük bir köyün 2 kilometre yakınında. Bu köyde artık kömüş yok. Çok fazla insan da. 90’lı yıllardan bu yana hayvancılığın ve tarımın çöküşüyle şehre göç sürekli artmış ve 2000’in üzerindeki insan nüfusu bugün sadece 200 civarı kalmış. Zamanında çamurlarda ve ıslak çayırlarda yuvarlanan kömüşler neden yok diye bir köylüye sorduğumda bana “Su mu kaldı ki kömüş kalsın?” diyerek serzenişte bulunuyor. Devlet Su İşleri’nin son yarım yüzyılda izlediği yanlış su politikaları, bir zamanlar sulak alanlarla dolu ve hayvancılığın beşiği olan İç Anadolu’da çölleşmeden ve yoksulluktan başka ne yarattı ki? O yüzden çok hüzünlü geliyor insana bu küçük köyün ismi. Bu küçük köy ayrıca Uyuz Gölü’nün yakınındaki yegane yerleşim yeri ve gölün korunabilmesi için gelecekte çok kilit bir rol oynayacak.
Projemizin diğer esas çalışma sahalarından birisi olan Mogan Gölü’ne gitmeden önce ise çok daha iyi bir hazırlık yapmam gerekiyordu. Ankara’nın 24 kilometre güneyinde yer alan bu göl, görece büyük bir yerleşim olan Gölbaşı ilçesinin içinde yer alıyor. Gölde yaşayan su kuşları için en büyük sorunların başında ise yapılaşmayla gelen “ıslah etme” çalışmaları ve yaşam alanı kayıpları geliyor. Ankara’daki en mühim kuş yaşam alanlarından olan bu göl, çok sayıda kuş gözlemcisini ve fotoğrafçısını dört mevsim kendine çekiyor. Benim de, çalışmaya başlamadan önce, bu insanların yardımına ihtiyacım vardı. Bölgeyi sıkça ziyaret eden kuş fotoğrafçıları dikkuyrukların gölün hangi bölgelerinde ürediğini ve hatta kaç yavru büyütebildiklerini bile biliyorlardı. Kuş gözlemcilerin bilmediği yerlere gidip defalarca dikkuyruk fotoğraflamış Mücahit Topçu ve Ertuğrul Korkutmaz ile bu vesileyle tanıştım. Şu anda benim için çok iyi dostlar haline gelmiş olan bu iki insan sayesinde, dikkuyrukların nerelerde ürediğini öğrendik ve gölün bu pek bilinmeyen köşelerinde üreyen nüfuslarını izleyebildik.
Ekibimizle işbirliği yapan başka insanlar da oldu ve dürüst olmak gerekirse onlar olmadan projemiz başarılı olamazdı. Proje kapsamında olan bölgeleri sıkça ziyaret eden insanların bilgi akışı açısından ne kadar değerli olduğunu anladıktan sonra ilk yaptığım şey o insanları tespit edip onların yardımını istemekti. Böylece bir çeşit “dikkuyruk bilgi ağı” oluştu ve kısıtlı kaynaklarla yürütülen projemize bir can damarı daha bağlandı. Bizim arazilere gidemediğimiz zamanlarda başkaları orada olursa bizlere gözlemlerini aktarıyordu ve böylece paha biçilemez bir bilgi akışı sağlanıyordu.
Proje boyunca, İç Anadolu’daki diğer önemli dikkuyruk alanlarını da ziyaret ettik. Bu alanlar arasında eskiden dikkuyruğun üreme alanı olduğu düşünülen Kulu (Düden) ve Kozanlı (Gök) Gölleri de vardı. Ne yazık ki bu göllerde üreyen dikkuyruklar artık yok. Yanlış su politikaları yüzünden darağacından dönmüş olan Sultan Sazlığı ziyaretlerimiz ise bizleri çok mutlu etti. Sazlığın derinliklerine yaptığımız kayık gezisinde, sazlıkların arasındaki büyük havuzlarda üreyen dikkuyruklar olduğunu gördük. Geçmişte çok büyük üreyen popülasyonlara ev sahipliği yapmış bu bölgede onları görmek bizleri çok mutlu etti. Tek iyi haber Sultan Sazlığı değildi. Mogan bölgesindeki sel baskınlarını kontrol etmek amacıyla inşa edilmiş olan Mogan Sel Kapanı ise su tutmaya başladığından beri çok önemli bir kuş yaşam alanı haline gelmiş durumda. Bölgede üreyen dikkuyruklar olabileceğini düşünmeden bir günümün geçmediği projenin ilk günleri geliyor aklıma. Sürekli oraya giderdik ama bir tane bile dikkuyruk göremezdik. Fakat hiçbir zaman bölgeden umudu kesmedik ve yazın ortalarında bu inadımızın karşılığını aldık. Önce üç erkek gördük. Sonrasında ise dişiler ve yavrular! Bundan daha güzel ne olabilirdi ki! Yeni bir dikkuyruk üreme alanı tespit etmiştik. Bu bölge ayrıca (muhtemelen Mogan Gölü’nde üreyen dikkuyruklar için de) bir tüy değiştirme ve kışlama bölgesi olacaktı.
Projenin sonuna geldiğimizde biraz endişeliydim dikkuyruklar için. Sayıları çok azdı. Makalelerde ve kitaplarda yazanların yanına bile yanaşmıyordu. Çalışmalarımız sonucunda yaptığımız üreyen çift sayısı tahminleri: Mogan Gölü için 6-10, Uyuz Gölü için 3, Sultan Sazlığı için en az 7 ve Mogan Sel Kapanı için ise 3 çiftti. İç Anadolu’da karşı karşıya kaldıkları yaşam alanı kaybı, insan kaynaklı rahatsızlık, ilaçlama, avcılık, balıkçılık gibi faktörler yüzünden dikkuyruklar her yönden saldırı altında ve acilen korunmaya muhtaçlar. Bir üreme sezonu boyunca yürüttüğümüz izleme çalışmamızı takip edecek ve yerelde koruma ve izlemeyi amaçlayan çalışmalarımız, dikkuyrukların İç Anadolu bozkırlarında varlıklarını devam ettirebilmeleri için hayati öneme sahip olacak. Orta Doğu Ornitoloji Derneği’nin (OSME) desteklediği bu proje, dikkuyrukların izlenmesi ve korunması için sadece bir başlangıç oldu. Şimdi işin zor kısmı var: Dikkuyrukları korumak. Bu yazıyı okuyan sizler de önümüzdeki Mart ayında Doğa Derneği’nin kuracağı dikkuyruk bilgi ağına kaydolup, gönüllü olarak gözlemlerinizi faizlerle paylaşarak dünya çapında nesli tehlike altında olan bu güzel türün korunmasına katkıda bulunabilirsiniz. Türkiye’de üreyen dikkuyrukların sayısı son 12-13 yılda 9640-69 oranında azaldı ve görünen o ki hala azalmaya devam ediyor. Dikkuyruklar, insan kaynaklı doğa yıkımının kurbanlarından sadece bir tanesi. İnsan türü olarak doğada yarattığımız yıkım gezegenimizin tarihinde görülenlerin en hızlısı ve en büyüğü olma yolunda. Bu gidişat yakın zamanda değişecek gibi de görünmüyor. Fakat insanın olduğu yerde umut da vardır. Biz doğa korumacılar olarak umuyoruz ki insanın doğaya karşı tutumu değişecek ve gelecek nesiller de bu eşsiz güzellikteki ördekleri doğal alanlarında izleyebilecek.
Yazı: Kaan Özgencil
Bu yazı Kuş Sesi dergisinin dördüncü sayısında yayınlanmıştır.
Emeklerinize saglik! Keske bir katkimiz olabilse..
Bravo. Yapıyanar ve kaleme alış şekli, bana oradaymışım gibi hisettirdi.
Okuduklarım ve anlatış şekliniz benim sizlerle birlikte oradaymışım hissi verdi. Tek kelimeyle BRAVO ! ! !
proje ödevimde yardımcı oldu teşekkürler