Bu sonbahar İskenderun Körfezi’nde, Doğa Derneği tarafından yapılan yırtıcı kuşların göç sayımı beni 1966’ya geri götürdü. Beatles ününün zirvesindeyken ben de Doğu Ekspresi’yle yıllar geçtikçe daha çok seveceğim Türkiye’ye ilk adımımı atıyordum.
O yıl, üç arkadaşla beraber, sekiz ay boyunca kuş gözlemledik. Öncelikle Batı Anadolu’daki büyük sulak alanları bütün çevresini yürüyerek dolaşıp kamp yaparak araştırdık. Daha sonra, Temmuz’dan Kasım’a dek Çamlıca tepesinden Boğaz’ın doğusundan süzülerek geçen kuşları saydık. Bu, Amerika’daki Hawk Dağı dışında tüm sezon boyunca yapılan ilk kuş sayımıydı.
Türkiye’yi çoğunlukla 60’larda ve 70’lerde ve her seferinde üç aylığına ziyaret ettim. O zamandan beri seyahatlerim daha nadir oldu, zamanımın çoğunu Arap ülkelerinde, özellikle Yemen’de geçirdim. O sakin yıllara geri dönüp baktığımda en çok neyi hatırlıyorum? Belkıs ve Salih Acar’la Türkiye’de doğayı korumak için başlattığımız çalışmaları mı? Kuşlar ve Türkiye’ye özel türleri tanımlama rehberleri için veri topladığımızı mı? Türkiye’nin doğusunda Borçka’da muazzam kuş göç yolunu keşfettiğimizi mi? Irak ve İran sınırındaki dağlara tırmanıp da sürmeli dağbülbülünün üreme alanını bulduğumuzu mu? Ya da daha sonra Ortadoğu Ornitoloji Derneği (OSME) olan Türkiye Ornitoloji Derneği’nin kuruluşu mu? Belki de hepsi.
O yıllarda Manyas Gölü Kuş Cenneti’ndeki ilham verici bekçi Ali Kızılay’ın arkadaşı olmuştum. Aksu nehrinde balık baykuşlarını günlerce aramış fakat bulamamıştım (Evet, bulacağımıza çok emindik!). On bin kara boyunlu batağan ve üç bin dikkuyruğun Burdur Gölü’ndeki gösterisini izlemiştim. Amik Gölü’nün çok üzücü şekilde kurutulmadan önce, bir sulak alan olarak ihtişamlı haline tanıklık etmiştim.
Farklı nedenlerden dolayı hatırlanacak çok anım var… Arabam Meriç Deltası’nın bataklıklarında vinç gelip kurtarana kadar dört gün yarı batık halde kaldı. Udo Hirsch’in Birecik’te tutuklanmasından sonra onunla epey bir süre geçirdim. O, Türkiye’de ki tek kelaynak kolonisini korumaya çalışırken bir ay sonra ajan olduğu şüphesiyle polis tarafından eli kelepçeli halde Türkiye’den çıkarılmıştı.
60 ve 70’lerin başında Türkiye ya da Ortadoğu’da kuş türleriyle ilgili rehber kitaplar yoktu. Tanımlayamadığınız kuşlar için detaylı tanımlar yapıp, eve geldiğinizde çok da güvenilir olmayan kaynaklardan araştırmak zorundaydınız. Örneğin bunu alamecek ve taş bülbülü için yaptığımı hatırlıyorum. Taş bülbülünü ilk bakışta komik görünüşlü bir kızılkuyruk sanmıştım! Yırtıcı kuşlar için durum çok daha zordu. Boğaz’da daha önce gözlem yapanlar, şahinleri kızıl şahin ve desenli olan kartalları da büyük orman kartalı olarak kaydetmişlerdi. Çok fazla not alıp, karalama ve fotoğraflar ile uzmanlarla telefon konuşmaları yaptıktan sonra, şahinlerin aslında şahinin bir alt türü olan “bozkır şahini” ve kartalların da küçük orman kartalı olduğunu ortaya çıkardık. O zamana dek, bu iki türün de Türkiye’de ya da Ortadoğu’da nadir olduğu düşünülüyordu.
Geçen sene BirdLife International’ın Dünya Kongresi’nde -Doğa Derneği de oradaydı- elli yıl boyunca Ortadoğu’da katıldığım çalışmaları anlatan bir konuşma yaptım. Bana en çok sevdiğim ülke soruldu. Cevabım basitti: “Aklım Yemen’de, ancak ruhum Türkiye’de”.
İki yıl sonra Türkiye’ye ilk gelişimin ellinci yıldönümünü kutlayacağım. O sihirli günleri hatırlamak için Boğaz’a bir ziyaret yapmayı planlıyorum. Doğa Derneği gönüllüleriyle birlikte olmayı çok isterim.
Yazı: Richard Porter
Çeviri: Naime Sürenkök
Bu yazı Kuş Sesi dergisinin birinci sayısında yayınlanmıştır.
Richard porter ı babam çok anlatırdı. fotoğrafta salih acar ve belkıs acar var salih acar ı bizaat tanıdım. ben Ali Kızılay ın oğluyum. beni de bir ornitolog olarak yetiştirdi.