Dünyayı yok edenlerin dünyayı kurtaracak sözleşmeyi imzalaması mümkün mü?
Çözümsüzlükler kumpanyası dünya turunda. Sadece isimleri ve ilgili kişileri değişse de bütün buluşmaların ortak paydası çözümden uzak koruma politikalar. Sebeplerle değil sonuçlarla oyalanan hükümet ve özel şirketlerin işbirliği parodisi.
Her geçen gün çok sayıda tehditle karşı karşıya kalan biyoçeşitliliğin korunması amacıyla 190’dan fazla ülkeden bilim insanı, müzakereci ve karar vericiler bir araya geldi. COP 15, 7-19 Aralık tarihleri arasında Kanada Montreal’de düzenlendi. Böylece “sözde” koruma çalışmalarına bir yenisi daha eklendi.
Katılımcı ülkeler, konferans sonunda Kunming-Montreal Küresel Biyoçeşitlilik Çerçevesi’ni kabul etti. Bu anlaşmayla 2030’a kadar biyoçeşitliliği korumak ve yok oluşu durdurmak hedeflendi.
Biyolojik çeşitlilik kaybını ele almayı, ekosistemleri eski haline getirmeyi ve yerli hakları korumayı amaçlayan COP 15’de başlıca alınan kararlar;
- Karaların, kıyı bölgelerinin ve okyanusların en az %30’unu etkin bir şekilde korumak.
- Karasal ve deniz ekosistemlerinin % 30’unu restore etmek.
- Öncelikli koruma alanlarının kaybını sıfıra indirmek.
- Küresel gıda israfını yarıya indirmek.
- Fon kaynaklarını artırmak.
Alınan kararların biyoçeşitliliğin korunması adına olumlu bir adım olduğu görülse de geçmişte alınan kararların uygulanmaması doğa koruma adına endişe uyandırıyor. Önerilen kararların oy birliği ile değil oy çokluğu ile kabul görmesi de endişeyi arttırıyor. 2010 yılında imzalanan son biyoçeşitlilik koruma sözleşmesinin hedeflerine ise ulaşılamadığı görülüyor. Uygulama aşamasına geçilememesi temel nedeni ise alınan kararların insan merkezli olması ve koruma çalışmalarının temel amacının doğanın insana fayda sağlayan bir kaynak olduğu düşüncesidir. Biyolojik çeşitliliğin ve yerel halkların korunmasıyla ilgili ayrılan fon kaynaklarının şirketler tarafından “yeşil aklama” (greenwashing) için kullanımına hazır.
Türkiye tarafından ise konferans bazı gerçeklerle yüzleşme platformu oldu. Konferansa katılan Tarım ve Orman Bakanı biyolojik çeşitlilik kaybının farkında olduğunu belirtti. Ancak hem konferansta verilen oylar hem de Türkiye’deki uygulamalar bu bilincin tam tersinde ilerliyor. Korunan alanların artırılması ve yönetilmesi kararına Türkiye “red oyu” kullandı. Türler üzerinde önemli bir tehdit olan pestisit kullanımının azaltılmasına da Türkiye tarafından “red oyu” geldi.
Bu kararların gerçekleşmesi tehlike altında olan biyolojik çeşitlilik için hayati önem taşıyor. Bu bağlamda insan merkezli bir bakış açısından vazgeçilmeli ve türlerin var olma hakkı anayasal güvence altına alınmalıdır. 2024 yılında Antalya’da gerçekleşecek COP 16’da bu eksiklikler ve endişeler giderilmelidir, doğa hakkı için somut adımlar atılmalıdır.
Yorum yapılmamış