Marmara Denizi Ölüyor- Prof. Dr. Mustafa Sarı ve Prof. Dr. Songül Nihayet Bizsel ile Röportaj

Kategori: Haber
Etiketler:

Marmara Denizi, barındırdığı tüm yaşamla birlikte ölüyor. Yıllardır fosseptik çukuru gibi kullanılan Deniz, son aylarda deniz sıcaklığının yükselmesi ve denizin durgun olması sonucunda deniz salyasıyla (müsilaj) kaplanmaya başladı. Deniz ekosisteminin nasıl etkileneceği ve Bakanlığın hazırladığı eylem planı hakkında iki ayrı uzmandan aldığımız görüşler endişe verici…

İlk olarak bölgede çalışan ve bu konuda önceden uyarılarda bulunan Prof. Dr. Mustafa Sarı (Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Su Kaynakları Yönetimi Anabilim Dalı Başkanı) ile görüştük.

Marmara Denizi’nde yaşanan müsilajın buradaki ekosisteme ve yaşama olan etkileri nelerdir?

Deniz ekosistemi 3 boyutta etkileniyor. İlk olarak kıyıda kalın bir müsilaj tabakası oluşuyor. Oksijeni tüketiyor, sıcaklığı artırıyor, güneşi dolayısıyla fotosentezi engelliyor. Bunun sonucunda denizde ciddi ölümler yaşanıyor. Geçtiğimiz Nisan ayının başında Marmara çevresinde pek çok ölümle karşılaştık.

İkinci etkisi, müsilaj denizdeki hareketli organizmaların solungaçlarını tıkıyor, yumurtaların ve yavruların üzerini kaplayıp ölümlerine neden oluyor. Hem yaşam konforunu hem de üreme performanslarını olumsuz etkiliyor.

Üçüncü etkisi ise müsilajların tabaka tabaka denizin dibine çökmesi. Burada 5-10 cm kalınlıkta geçici bir taban oluşuyor. Deniz dibinde sabit yaşayan süngerler, mercanlar, midyeler ve deniz tarağı gibi organizmaları öldürüyor. Örneğin Marmara’daki sünger topululuklarının ciddi bir kısmı ayrıca Büyükada etrafındaki kırmızı mercanlar öldü.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın hazırladığı “Marmara Denizi Eylem Planı”nı nasıl değerlendiriyorsunuz, çözüm için yeterli mi?

7 aydır Marmara Denizi için Acil Eylem Planı gerekli ve tüm taraflar bir masada buluşmalı, diye sayısız açıklama yapıyorum. Geçtiğimiz günlerde 7 belediye başkanının tek masada buluşması memnuniyet verici. Bakanlığın hazırladığı Eylem Planı’ndaki 22 madde uygulanırsa çok büyük bir kazanım olacak. Ancak kararlar güçlerini metinlerden değil uygulamadan alırlar. Güçlü bir uygulama iradesi bekliyoruz ve her aşamasında takipçi olacağız.

Konu hakkında görüş aldığımız bir başka uzman, Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü’nden Prof. Dr. Songül Nihayet Bizsel oldu.

Müsilaj sonucu deniz ve kıyı ekosistemi nasıl zarar görüyor ve görmeye devam edecek?

Müsilaj oluşumu, deniz ekosistemini çok çeşitli yollardan olumsuz olarak etkileyebilir. Bunlara geçmeden önce, gözlenen olayın önümüzdeki haftalar, aylar veya yıl içerisinde müteaddit kereler tekrarlayabileceğini vurgulamak yararlı olacaktır. Bu tekrarlar, karşılaşılan olumsuz etkilerle mücadeleyi çok daha zorlu hale getirebilme potansiyeline sahip bir risktir. Müsilajın etkilerini üç kategoride incelemek mümkündür.

Deniz yüzeyi ve su kolonundaki etkileri. Deniz yüzeyini örterek, deniz ve atmosfer arasındaki oksijen alışverişi yapılabilecek yüzey alanını sınırlayacaktır. Su kolonunda dağılanlarla birlikte, güneş ışığının normal şartlar altında inebildiği derinliklere nüfuz edebilmesi sınırlanacak, su hareketlerinin sağladığı destek ile giderek birbirlerine yapışarak, büyük organik madde yığınlarına dönüşecektir. Bu yığınlar bakteriyel bozunma sürecine girdiğinde sudaki oksijen daha hızlı tükenecektir. Bu su kolununda yayılan tüm hayvansal canlıları stress altına sokacak yeterli hızda yer değiştirebilenler daha az, değiştiremeyen daha çok strese maruz kalacak ve hatta solunum yetersizliğinden ölebileceklerdir. Diğer yandan, su kolonunda özellikle besin zincirinin en alt halkalarını oluşturan fitoplankton ve zooplankton tür kompozisyonu arasındaki doğal sekans bozulacaktır. Bu bozulma, bunlarla beslenen balıklar gibi diğer halkalara da sirayet edecektir. Marmara Denizi’nin oldukça dinamik olan yüzeyden itibaren maksimum 20-25m derinliğe ulaşan üst tabakası, hızla değişebildiğinden bu etkilerin, koşullar tekrar etmedikçe, uzun erimli olması (yaklaşık 4-6 hafta) beklenmez. Yine de günümüzde sorunun gözlendiği dönem dikkate alınırsa, Ege Denizi’nden Karadeniz’e yıllık göçlerini başlatan palamut, lüfer gibi balıkların göçlerinin çok zorlu olacağını kestirmek zor değildir.

Deniz tabanındaki etkileri. Çöken müsilaj tabakalarının örttüğü deniz tabanı alanı ölçüsünde daha uzun erimli ve kalıcı etkiler yaratacağı kesindir. Tabana bağımlı yaşayan tüm hayvansal canlıları oksijensizliğe maruz bırakacaktır. Başta oksijene karşı yüksek hassasiyeti olan canlılar (tabanda yaşayan kaya balıkları, pisi balıkları, karidesler, yengeçler, vb. ve yer değiştirme kapasitesi sınırlı olanlar olmak üzere, düşük oksijen seviye ve hatta solungaç yüzeylerini tıkanması gibi etkilerle etkilenen alanın büyüklüğü oranında kitleler halinde öleceklerdir. Buna habitat oluşturan deniz çayırları türlerinin üstlerinin örtülerek fotosentez yeteneklerinin sınırlanmasını ekleyebiliriz ki, bu çayırların eski sağlıklarına ulaşmaları bir kaç yılı aşan süreleri bulacaktır. Kaybedilen alanlara tekrar yayılabilmeleri daha uzun süreler alacaktır. Diğer önemli bir hususta gelişen bakterilerin türüne bağlı olarak bazı toksik etkiye sahip bileşenlerin yaratacağı risktir. Bunlar özellikle midye, yengeç ve diğer küçük omurgasız canlılar üzerinde etkili olabilirler ancak besin zinciri ilişkileri üzerinden diğer canlıların da etkilenmesi olasıdır.

İnsan ve insan faaliyetlerine etkileri. Toksik etkiden devam edersek, besin zincirinin son halkası olan insan tükettikleri deniz ürünleri aracılığıyla, toksik bileşenlerin ve bazı patojen bakterilerin neden olduğu sağlık sorunlarıyla karşılaşabilirler. Bunlar gıda zehirlenmesi olabileceği gibi, temas ile geçebilen bazı ciddi cilt hastalıkları olarak gözlenebilir. Kullanılan teknelerin etkin kullanımı açısından zorlu ve zorunlu bir süreç yaşanmaya başlamış bulunmaktadır. Kıyılara vuran ve geniş alanları kaplayan köpüksü musilaj tabakaları, bu kıyılarda yürütülen birçok faaliyeti temizlenene dek ciddi oranda etkileyecektir.

 

Çözüm önerileriniz ve Açıklanan Eylem planına yorumunuz nedir?

Çözüm, Karadeniz’den gelen organik yükün izlenmesine paralel olarak, Marmara Denizi’ne dökülmekte olan evsel, endüstriyel ve tarımsal atıkların organik madde ve besin tuzu yüklerinin minimize edilmesidir. Burada iki farklı organik deşarj kaynağı söz konusudur; Noktasal atık kaynakları (Örneğin arıtmalı ve/veya arıtmasız derin deniz deşarjları) ve Yaygın atık kaynakları (Benzer tesislerden ve/veya tarımsal aktivitelerden kaynaklanan yükleri taşıyan akarsular, örneğin Susurluk ve Ergene çayları).

Her iki tip deşarjın ileri arıtma teknoloji uygulanarak sürdürülmesi, tarımsal faaliyetlerde kullanılan gübre ve benzeri diğer kimyasal ürünlerin kullanımı ile sulamalarda suyun etkin kullanım ile minimize edilmesi, hedeflenmelidir.

Bu yapılırken, sözü edilen faaliyetler için belirlenen alanların gelecekteki gereksinimlerde dikkate alınarak gözden geçirilmesi, bütünleşik alan yönetim ilkeleri temelinde incelenmeli ve gerekilse, hem mevcut alan dağılımında hem de gelecekteki alan gereksinimlerini dağılımı dikkate alınarak, alt yapıların (atık toplama ve arıtma sistemleri) tekrar düzenlenmesi sağlanmalıdır. Bunun gerçekleştirilebilmesi için gerekecek yatırım planları da master plan ölçeğinde dikkate alınmalıdır. Unutulmaması gereken diğer bir husus da, atıkları taşıyan su hacimlerinin önemli bir kısmının geri kazanılmasını sağlayacak ileri arıtma sistemlerinin bir asgari referans olarak belirlenmesidir.

Açıklanan acil eylem planı veya sunulan başlığıyla “Marmara Denizi Koruma Eylem Planı”, içerik itibarıyla yukarıda yapılması gereken temel hususlar olarak vurgulananları kapsayacak şekilde ve önemli ölçüde detaylandırılmış görünmektedir. Buna karşın, bir eylem planından ziyade bir toplantı tutanağı formatında sunulmuştur. Bu noktaya dikkat çekilmesini zorunlu kılan neden, bir “koruma eylem planı” olarak sunulmasıdır. Çok hızlı bir süreç içerisinde ve seferberlik ruhu ile hareket edilmek zorunluluğu, bu durumun anlayışla karşılanmasını gerektirmektedir. Öte yandan, planın ilk maddesinde ifade edildiği şekliyle, tüm paydaşları kapsayan bir Koordinasyon Kurulu ve Marmara Belediyeler Birliği bünyesinde ise bir Bilim ve Teknik Kurulu olmak üzere iki kurul oluşturulmaya karar verilmesi, gerekçeleri bilinmemekle beraber, etkin bir koordinasyon ve eş güdüm sağlanmasında ne ölçüde başarılı olunabileceği hususunda kaygı verici bir yaklaşımdır. Özellikle, ikinci madde de, üç ay içerisinde bir bütünleşik bir strateji geliştirilip yürütülmeye başlanması gibi bir eylemin gerçekleştirilebilmesi açısından, koordinasyon ve eşgüdüm çok kritik bir eylemdir. Umurulur ki, bu kurullar en büyük önceliklerini, ilan edilen “Marmara Koruma Eylem Planı”ndaki maddeleri, niteliklerine göre gruplayıp, birbirleri ile senkronize edip, daha net bir zaman ölçeğine oturtup işe başlarlar. Böylece, alınan kararları uygulanabilir, öngörülebilir ve yürütülebilir bir “PLAN” formatında düzenlerler. Bu yapıldığında ilgili tüm paydaşların katkıları daha somut bir nitelik ve nicelik kazanacaktır.

 

Fotoğraflar: Mert Gökalp

Yorum yapılmamış

Yorum Bırak

Change this in Theme Options
Change this in Theme Options